Farkı yaratan çaldığınız notalar değil, çalmadığınız notalardır -Miles Davis

Paylaşmak güzeldir

Farkı yaratan çaldığınız notalar değil, çalmadığınız notalardır -Miles Davis

Yine bir Miles Davis klasiği: Tutu. 1986’da yayınlandı. Şarkıyla aynı ismi taşıyan albümdeki tüm besteler ve düzenlemeler Marcus Miller’a ait. Gerçi başta albüm için Prince düşünülüyormuş. 3 şarkı ise Marcus Miller ile diğer sanatçıların imzasını taşıyor: Miller, “Tomaas”ı Miles Davis ile, “Backyard Ritual”i klavyeci George Duke ile, “Perfect Way’i de pop grubu Scritti Politti ile birlikte bestelemiş. Miles Davis Tutu’daki performansıyla 1987’de En İyi Enstrümantal Caz Performansı ödülünü ve Grammy En İyi Solocu Ödülünü kazanmış

Bilelim Öğrenelim

Deleuze’ün tüm çalışmasına yayılan ve zaman felsefesini bir etiğe bağlayan kilit fikirlerden biri de makine kavramıdır. Bu bölümde Deleuze’ün hiçbir temeli veya kuruluşu olmayan bir oluş ve zamanı düşünebilmek için hümanist ve organikçi modellerden nasıl ayrıldığına bakacağız. Bu Deleuze’ün sinemaya dair içgörüleriyle örtüşüyor çünkü sinema zaten “makinemsi” bir oluş –insan gözünden ve konumlanmış bir gözlemciden özgürleşmiş bir imgeler dizisi. Deleuze etiği yeniden-düşünmek için makine kavramından yararlanır.

Düşünmeye ön-varsayılan bir bütünden yola çıkarak başlama eğilimindeyizdir: örneğin insan, doğa veya özgül bir amaçla etkileşimde bulunan bir evren imgesi gibi. Bu etiğimizin tepkisel olmasına yol açar: etiğimizi önceden-verilmiş bir bütünlük temelinde biçimlendiririz. Oysa makine etkin bir etiğe olanak tanır çünkü burada bir niyeti, kimliği veya amacı ön-varsaymayız.

Deleuze içkin olan bir üretimi tanımlamak için makineden yararlanır: bir şeyin birisi tarafından üretilmesi değil –ama bizatihi üretim için üretim, hiçbir temeli olmayan bir zaman ve oluş. Bu bölümde, zamanın radikal ve açık doğasının “makinesel olarak” nasıl düşünülebileceği ve bunun Deleuze için yeni bir etik ve okuma tarzının biçimlendirilmesini nasıl mümkün kıldığı üzerinde duracağız.

Yurtsuzlaşma

Deleuze ve Guattari’nin yapıtlarında baştan sona hüküm süren yurtsuzlaşma fikri doğrudan doğruya makine düşüncesiyle bağlantılıdır. Bir makinenin öznelliği veya düzenleyici bir merkezi olmadığı için makine bağlantılarından ve üretimlerinden başka bir şey olamaz: makine ne yapıyorsa odur. Bu nedenle, bir yeri-yurdu veya temeli yoktur; daimi bir yurtsuzlaşma süreci veya kendisinden başka oluştur.

Deleuze ve Guattari L’Anti-Oedipe’te ve Mille Plateaux’da bir makineler, montajlar, bağlantılar ve üretimler terminolojisi kullanır. L’Anti-Oedipe’te makinenin bir metafor olmadığı ve hayatın harfiyen bir makine olduğu görüşünde diretirler. Bu, Deleuze’ün etiği açısından son derece önemli bir noktadır. Bir organizma bir kimlik ve bir ereği olan belli sınırlar içerisindeki bir bütündür. Bir mekanizma özgül bir işlevi olan sınırlı bir makinedir. Ama bir makine bağlantılarından başka bir şey değildir; herhangi bir şey tarafından yapılmış değildir, herhangi bir şey için değildir ve hiçbir sınırlı kimliği yoktur.

Dolayısıyla, Deleuze ve Guattari burada “makine”yi özgül ve uzlaşımsal-olmayan bir anlamda kullanmaktadır. Hiçbir “ereği” veya niyeti olmayan bir bisikleti düşünün. Bisiklet ancak bir başka “makine”ye, örneğin insan bedenine, bağlandığında işler; bu iki makinenin üretimi de ancak bağlantı aracılığıyla gerçekleşir. İnsan bedeni makineye bağlanarak bir bisikletçi olur; bisiklet bir taşıt olur. Ama farklı makineler üreten farklı bağlantılar tahayyül edebiliriz. Bisiklet bir sanat galerisine konulduğunda bir sanat nesnesi olur; insan bedeni bir fırçayla bağlantı kurduğunda “sanatçı” olur.

Sınırlı makinelere ilişkin imgelerimiz, insan bedeninin kendi kendisini-içeren organizması veya saat mekanizmasının etkin özerk işleyişi gibi, makinenin etkileri/sonuçları ve yanılsamalarıdır. Hayatın makine içermeyen hiçbir yönü yoktur; hayat bir bütün olarak yalnızca diğer bir makineyle bağlantı kurarak ve bu bağlantıyı kurduğu sürece/ölçüde var olur.

Paylaşmak güzeldir

Leave a Comment