En iyi müzik filmleri “Jammin’ The Blues” (1944)

Paylaşmak güzeldir

Jammin’ The Blues

Gjon Mili’nin yönetmenliğini yaptığı Jammin’ The Blues (1944) bugüne kadarki en iyi müzik filmlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Daha çok fotoğrafı kimliğiyle tanınan Gjon Mili’nin klasik bir caz jam session’ına ilişkin bir belgesel olarak çektiği kısa filmi Oscar’a aday gösterilmişti. Film ayrıca dönemin ünlü caz müzisyenlerinin bir arada çaldığı nadir kayıtlardan birisi olarak da önemli bir arşiv. Muhtelif jam session’ların birleştirilmesiyle oluşmuş. Filmde yer alan caz müzisyenleri: Lester Young – Tenor saksofon; Red Callender –bas; Harry “Sweets” Edison –trompet; Marlowe Morris –piyano; “Big” Sid Catlett –davul; Jo Jones –davul; Barney Kessel – gitar; John Simmons –kontrbas; Illinois Jacquet –tenor saksofon; Marie Bryant -vokal & dans; Archie Savage –dans

 

Bir Caz Yazısı   Kumdan Kaleler

Bilgi Notu

İnsanların dünyasını ve tarihini kadın ve erkek olarak ikiye bölmek anlamlı mıdır?  Daha doğal ne olabilir ki? Kültürel olarak bundan daha belirli ne olabilir ki? Tarihçilerin ve sanat tarihçilerinin, edebiyat, politika, kültür ve ekonomi eleştirmenlerinin kullandığı araçlar zamanla değişir. Ama geçtiğimiz birkaç yüzyıl boyunca bir kültürü anlayabilmek için sınıfı, görenekleri, ekonomik faktörleri ve inanç sistemlerini kavramak gerektiği birçokları için açık ve net hale gelmiştir. Bu karışıma ırk (veya etnisite), cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyeti de eklerseniz, günümüzde akademilerde, beyin takımlarında ve genel olarak da politika alanında tartışmalara (bazen tartışma yerine söylem de denmektedir) hâkim olan bazı önemli yöntemlere, bakış açılarına ve politik perspektiflere ulaşırsınız. Genellikle bu eleştirel yöntemler sadece anlama araçları değil, aynı zamanda değişim araçlarıdır da.

 

Bir sanat yapıtıyla karşılaşıldığında sanatçının veya izleyicinin cinsiyetinin ne olduğu gerçekten de fark eder mi? Toplumsal cinsiyetin bir resimdeki konuyla, izleyici üzerindeki etkisi veya izleyicinin tepkisiyle, bir sanatçının üslubuyla herhangi bir ilgisi var mıdır?  Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda’da (1929) kadın ve kurmaca meselesi üzerine düşünürken, toplumsal cinsiyet ve sanatsal ifade meselesini ele almanın üç yolu olduğunu gördü:  kurmacada oldukları gibi tasvir edilen kadınlar; kurmaca yazarı kadınlar; “kadınlar ve kadınların nasıl göründükleri” –veya bu üçünün bir karışımı. Geçen kuşakta Woolf’un temel kuramsal yapısı zamana yenik düşmedi, hatta büyük ölçüde zamanın ötesine geçti. Bu tam anlamıyla feminizmdir ve günümüzde feminizmin meşru bir eleştirel meseleden başka bir şey olmadığını kabul etmeyecek kimse yoktur.

 

Paylaşmak güzeldir

Leave a Comment