Ve… Nadir eşleşmelerden birisi, Carlos Santana ve John McLaughlin, birColtrane bestesi Naima
Ve… Nadir eşleşmelerden birisi. Carlos Santana ve John McLaughlin bir John Coltrane bestesi Naima’yı birlikte icra ediyor. Coltrane ilk eşi Naima için bestelemiş. Sade yalın, ama bir o kadar da komplike. Coltrane teknik bir yere kadar diyor, bunda son derece haklı, ama onun kastettiği tekniğin seviyesi epey bir yüksek sanki, bunu da unutmamak gerek. Ama yine de teknik mi duygu mu, ruh mu deseler, öncelik her zaman duygudan, ruhtan yana.
Kısa Bilgi
Bir rüya zihnimizin sınırları içerisinde gerçekleştiği sürece, rüya görenin kendimiz olduğundan eminizdir. Oysa bir romanda işler daha karmaşıktır. Modern edebiyatın iç monologlarında, “Ben”, anlatan “Ben”in saptanmasını zorlaştıran başka anlatı kaynaklarıyla kaplanabilir. Bu ilke, roman için bu şekilde (örneğin Ulysses’te olduğu gibi) biçimsel bir ilke olarak benimsendiğinde bile, roman “epik” olmaktan çıkar çünkü anlatıcı bir kişilik mevcut değildir.
Sinemada
Uygulamalı sanatlarda ve filmde ise durum daha farklıdır. Roman sanatında parlayabilen “bilinçakışı-üslubu”nun benimsenmesi, Strindberg’in döneminde, tiyatro alanında bir krize yol açmıştı.(3) Strindberg’in rüya-tekniği, benimsenmesi zor bir teknikti çünkü rüya gören bir “birinci-tekil-şahıs” yoktu. Daha 1960’larda bile, John Milton, Strindberg hakkında “Rüya Oyunu’nda aksayan bir şey var”, “teknik bir hata” bu belki de ve “rüya görenin oyun içerisine bir unsur olarak doğru düzgün yerleştirilmesini” olanaksız kılıyor, diye yazmıştı (4). Belirli bir kişi tarafından görülmemiş (ve dolayısıyla anlatılmamış) olan bir rüya anlatısı sunma olgusu, edebiyattan ziyade tiyatro sanatında, yapıtın uygunsuz bir entelektüelleşmesi olarak algılanabilir. Milton “barındırdığı simgecilik ve tuhaf karakterlerle (kişilerin her biri rüya görenin bir veçhesidir) rüya oyununun duygusal değil, daha ziyade entelektüel olarak değerlendirilmesi gerektiği” sonucuna ulaşmıştır (s. 111).
Sadece gerçekten görülmüş olduğu sürece bir rüyanın yazarının/yaratıcısının kim olduğu açıktır, ama rüyanın yazarının (yaratıcısının) kim olduğu, tiyatroda olduğu kadar filmde de sorunludur. Oyunu veya senaryoyu Strindberg’in mi, Bergman’ın mı yazmış olduğunu biliriz, ama yine de, kendisini sanat yapıtı aracılığıyla sunmakta olan rüyanın yazarının (yaratıcısının) kim olduğunu bilemeyiz.
Bergman
“Rüya yazarlığı”nın yok edilmesini veya terk edilmesini olanaklı kılan “araçlar”, rüya yazarlığının yeniden tesis edilmesini sağlayan araçlar kadar karmaşıktırlar. Her şeyden önce, bir film yönetmeni, rüya yazarlığı problemini, rüya söyleminin birinci-tekil-şahıs statüsünü vurgulayarak “çözmek” istiyor olabilir. Çoğunlukla bu, filmin yanılsamalar yaratan efektlerinin oluşturduğu evrende “birinci tekil şahıs”a saptanabilir bir rol verilerek yapılmaktadır. Bu aracın sanatsal olarak kullanılması pekâlâ mümkündür; örneğin Fellini’nin ve Resnais’nin estetik repertuarının bir parçası olduğunu söyleyebiliriz. Oysa Bergman bu yöntemi reddeder. Denis Marion, Fellini-Resnais ile Bergman arasındaki farklılığı tam da rüya söyleminin öznesi ile açıklar: