Görme Deneyimi Ulysses’in Bakışı

Paylaşmak güzeldir

Görme Deneyimi Ulysses ‘in Bakışı

Ulysses “Genç bir kahraman dünyayı gezer ve zekâsının, cesaretinin ve tutkularının sınandığı birçok serüven yaşar; en sonunda oluşumunu tamamlayıp evine döner. Odysseia’dan Joyce’un Ulysses’ine dek karşılaştığımız mekân-zaman-özne kuruluşu budur…

… Bir resim sergisinde öznenin deneyimini tek bir duyu biçimlendirir: Görme. Sergiyi gezen kişiye sunulan görünümler, resmin konusunu oluşturan yerlere, mekânlara veya durumlara açılan manzaralardır. Kişi, resmin konusunu veya temsil ettiği şeyi kavramaya çalıştığı sırada kendi görsel deneyimi aracılığıyla kendisini oluşturur.” (Lyotard 1996)

Sanatçının Bir Genç Adam olarak Portresi

Deleuze örneğin edebiyatta, bir karakterin gündelik olarak birbirine bağlanan deneyimlerinin bir olayla, örneğin tekil bir çocukluk anısıyla, geçmişten koparılabileceğini yazar. James Joyce’un Sanatçının Bir Genç Adam olarak Portresi’ni (1964 [1916]) düşünün; burada Stephen Dedalus yalnızca İngilizce konuşmaz, sözcüklerin kendisine henüz anlamlı veya alışıldık biçimleriyle değil ama bir gürültü veya ses olarak geldiği bir zamanı hatırlar. Bir anı ancak gerçekse ve şimdinin yanında sanal olarak var olabiliyorsa edimsel şimdiyi kesintiye uğratabilir.

Bu tür bir kişisel anıdan, tıpkı Stephen’ın dilin başlangıcını hatırlaması gibi, kişisel-olmayan anıya geçebiliriz: hiçbir edimsel konuşucuya ait olmayan, “bizim” hepimizin geçmişi olarak, ortaya çıktığımız, türediğimiz geçmiş olarak dil fikri. Zamanın sekansının sanal tarafından bu şekilde kesilmesi bize yeni bir zaman imgesi kazandırır.

Gündelik eylemde dışarıya doğru ilerleyen bir zaman. Hayat adına imgeleri birbirine bağlayan bir zaman. Hayatın tüm olaylarını ve oluşlarını bir bütünde birleştiren anının zamanı. Bu tür bir zaman düzenlenmiş sekanslarda gerçek dünyalar üreterek ileriye doğru hareket eder. Ama zaman geleceğe ve daima araya girebilen bir geçmişe açılan bütün eğilimler dahil olmak üzere ezeli ve sanal bir öğe de barındırır.

Sinema

Belli bir sinema tarzında bu sanal-edimsel bölünmesinin imgesini bulabiliriz ve bu da “irrasyonel kesmeler” ile yapılır. Bize görsel imgelerle örtüşmeyen sesler sunulur. Görsel imgeler hareket eden şeyleri veya düzenlenmiş bütünleri şekillendirmek için değil ama oldukları haliyle imgeleri –yani, belli bir bakış açısından gözlemlenen bir dünyanın imgeleri olmayan imgeleri- şekillendirmek için oluşturulup düzenlenir. Böylece, tekilliklere ulaşılır: yani, belli bir bakış açısından belli bir cismin hareketi olmayan bir hareket hissine.

Tekillikler dünyayı edimsel cisimler olarak şekillendirmemizi sağlayan kişisel-olmayan olaylardır. Tekilliklere dayalı bir sinema kabul edilmiş ve düzenlenmiş bütünlerde birbirine bağlanmayan ve düzenlenmeyen renkler, hareketler, sesler, dokular, tonlar ve ışıklar sunacaktır. Böyle yaparak da, bizi gündelik düzeyde gördüğümüz düzenlenmiş dünyadan çıkarıp hayatın dayandığı tekil ve özgül farklılıkları düşünmemizi olanaklı kılar.

Tekillikler gerçek aşkın olaylardır… Tekillikler bireysel veya kişisel olmak şöyle dursun bireylerin ve kişilerin yaradılışını yönetirler; ne Benlik’i ne de Ben’i kabul eden ama kendisini edimselleştirerek veya gerçekleştirerek onları üreten bir “potansiyel”de belirginleşirler… Yalnızca tekil nokta kuramı kişi sentezini ve birey analizini, bunların bilinçte oldukları (veya yapıldıkları) haliyle aşmaya muktedirdir… Dünya, ama anonim ve göçebe, kişisel-olmayan ve birey-öncesi tekilliklerle dolu dünya açık hale geldiğinde ancak, biz de en azından aşkın olanın alanına adım atabiliriz.

(Deleuze 1990: 103)

 

Paylaşmak güzeldir

Leave a Comment