Muhteşem Gatsby
Muhteşem Gatsby hiç şüphesiz en büyük Amerikan romanlarından birisi. Ama sırf Scott Fitzgerald 1920’li yıllara tanıklık eden öyküsünü lirik bir dille anlattığı için değil. Ya da okuyucuyu adeta bir labirente girmişçesine renklerin ince ayrıntılarında, sözcüklerin müzikal iniş çıkışlarında dolaştırdığı için de değil. Fitzgerald tarihin önemli bir döneminde insanlık durumunu ele alıyor. 1920’li yıllarda Amerika’da yeni, tuhaf bir çağ başlıyordu.
Muhteşem Gatsby Detaylı Bilgi
Bir taraftan, kültürel değerler katılıklarını yitirmeye, kadın-erkek ilişkileri gün ışığına çekilmeye yüz tutmuştu. Erotizm, öfke, yakınma, Büyük Savaş’tan artakalan ve Yitik Kuşak olarak adlandırılan gençliğe damga vurmuştu. Ama Yitik Kuşağın bir de öbür yüzü vardı. 1929’daki Büyük Buhran gelecek kaygısı içinde iş peşinde koşturan, toplumsal, ahlaksal konulara ilgi duyan, çekingen, silik bir gençliği de üretti. Aşırılıklar ve Yasakların bir arada yaşandığı tuhaf bir çağdı bu.
Fitzgerald işte bu ilginç dönemde yarattı Gatsby’yi. Romanın diğer kişileri bir şekilde 1920’lerin tipik Amerikan toplumunun bir yansıması olsa da, Gatsby kesinlikle bunun dışında bir karakter. Onu muhteşem kılan da bu belki. Hep erişilmezin peşinde, hep bir özlem içinde ve asla pes etmiyor.
“Kafasını kaldırıp korkutucu yaprakların arasından bilmediği bir gökyüzüne bakmış ve bir gülün ne de grotesk bir şey olduğunu… görünce ürpermiş olmalıydı.”
Fitzgerald insan varoluşunu yoğun bir simgesel dille anlattığı bu romanda okuyucuyu muhteşem bir tema ile buluşturuyor. Geçmişi ve şimdiyi farklı bir biçimde, tıpkı mitlere özgü bir şekilde ele alıyor ve anlamı zamandan, mekândan ve anlatının detaylarından bağımsız aktarıyor.
Scott Francis Fitzgerald (1896 –1940)
ABD’li öykü ve roman yazarı. Gertrude Stein’ın Ernest Hemingway’e “Siz yitik bir kuşaksınız” demesiyle adını alan, 1920’li yılların Yitik Kuşak adıyla bilinen yazarlar kuşağının en önemlilerindendir. Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında yetişen ve 1920’lerde “Caz Çağı” denen bir dönemde ilk yapıtlarını üreten bu yazarların “yitik” olarak adlandırılmasının nedeni, kendilerine miras kalan değerlerin savaş sonrasında geçersizleşmesidir.
Bu kuşağın yazarları ABD Başkanı Harding’in “normale dönüş” politikasıyla huzur bulan Amerika’yı taşralı, maddiyatçı ve duygusal açıdan kısır bulur. Aralarında Hemingway, Fitzgerald, John Dos Passos, E. E. Cummings, Hart Crane’in de bulunduğu, edebiyat çalışmalarını 1920’den sonra Paris’te sürdüren pek çok yazar bu kuşak içinde yer alır. Fitzgerald hayatının büyük bir bölümünü eşi Zelda ile birlikte ABD’de ve Fransa’da sürdürmüştür.
Yaşamı da romanları kadar ilgi çekmiştir. Fitzgerald Amerikan yaşam tarzına karşı karışık duygular besler. Bir yandan kaba ve bayağı bulur, bir yandan da umut verici olduğunu düşünür. Onun bu duyguları en parlak romanı Muhteşem Gatsby’de (1925) açıkça hissedilir. Fitzgerald Gatsby’yi Fransa’ya gittikten kısa bir süre sonra bitirir. Fitzgerald bölünmüş duygularını Amerikan rüyasının umutlarıyla dolu, Orta Batı kökenli saf biri olan romanın başkişisi Jay Gatsby ile Princeton’lu iyi yürekli bir beyefendiyi temsil eden romanın anlatıcısı Nick Carraway’de açıkça sergiler.
Muhteşem Gatsby o dönem Amerikan romanının en üstün örneğidir.
Fitzgerald Zelda ile birlikte 1924’te Fransız Rivierası’na yerleşti. Burada düzensiz ve mutsuz bir yaşam sürdü. Bu dönemde çok içki içiyordu. Zelda da 1930 ve 1932’de geçirdiği ruhsal bunalımlardan sonra asla tam olarak iyileşemedi. 1934’te bitirdiği romanı Tender Is the Night (Geceler Güzeldir) ticari açıdan başarılı olmadı. Gerçi Fitzgerald’ın en etkileyici yapıtı olarak kabul edilir. Fitzgerald kitabın başarısızlığı ve Zelda’nın durumundan duyduğu üzüntüyle alkolik olmanın sınırına geldi. 1937’de ABD’ye dönerek Hollywood’da senaryo yazarlığına başladı. Orada ünlü dedikodu yazarı Sheilah Graham’a aşık oldu ve ömrünün geri kalanını onunla birlikte geçirdi.
Fitzgerald 1920’ler Amerika’sını en iyi yansıtan yazardır. Faulkner, Hemingway, Sinclair Lewis, John Dos Passos, Ezra Pound ve T. S. Eliot gibi pek çok yetenekli yazarın ortaya çıktığı bu dönem Amerikan edebiyatının Rönesansı olarak kabul edilir.
Kitaptan
Şimdi bahçede çimenlere serilmiş brandanın üzerinde dans başlamıştı; yaşlı adamlar hiç durmadan zarafetten yoksun daireler çizerek genç kızları geriye doğru itiyor; dans etmeyi becerebilen çiftlerse el ele tutuşup moda figürlerle bir kö şede eğilip bükülüyorlardı –çok sayıda genç kız da ya tek başına dans ediyor ya da orkestrayı banjonun ve vurmalı sazların yükünden kısa bir süre için de olsa kurtarıyordu. Gece yarısı olduğunda, eğlence doruğa çıkmıştı.
Ünlü bir tenor İtalyanca aryalar, kötü şöhretli bir kontralto da caz söylemişti; arada da insanlar, yaz gecesinin gökyüzüne yükselen şen şakrak, mânâsız kahkaha tufanları eşliğinde bahçenin her köşesinde “soytarılıklar” yapıyordu. Sahneye çıkan ‘ikizler’–sonunda anlaşıldı ki sarılı kızlardı– kostümleriyle filan bebek taklidi yapıyordu; bu sırada punç kâsesinden büyük kadehlerde şampanya servis ediliyordu. Ay daha da yükselmişti; Boğazın sularına gümüş pullardan bir üçgen yansıyor, çimenlikte yağmur damlalarını andıran banjoların tenekemsi sesi hafifçe titreşiyordu.